Sunday, July 18, 2010

20 belki 21.

Belki de hayatın kendisi o küçük dokunuşlardadır. Her şey elimizde olmamalıdır belki. Doyumluk değil tadımlık yaşarsak zevk alıyor olabilir miyiz? Aynı şeyin fazlasını daha az isteriz farklı şeylerden. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu hayat bize her anında kanıtlamaya kendini şartlandırmış zaten. Aynı kalamıyor hiçbir şey. Bir hareketliliktir almış başını gidiyor. Saniyeler yetiyor. Beni sorarsan…  Ben hiç aynı kalamam. Kalmak istemem de. Sıkılırım. Ya da…
Belki, tutunacak uygun dalı bulamadığımdandır. Ya da, tutunduklarımın hep kendileriyle birlikte beni de kırılmaya mahkum ettiğinden. Zaman oldu, kayıp düştüm. İzi kalan yaralarım oldu. Canım yandı, ama iyileştim işte. İttir kaktır büyüdüm, büyüyorum. Boşlukta uzanan parmak uçlarım, yara izlerim ve değişkenliğimle. Gün gelecek, olabileceğim en uygun insan olacağım.  Biliyorum, o gün de gelecektir. Her yarın gibi…

...

21 yaşındayım ve şimdiye kadar yaşadıklarımın, aslında hayatın ta kendisi olduğunun farkına az önce vardım! Beklentilerle, arayışlarla, isteklerle, “ama”larla, “belki”lerle…  geçen yıllardan sonra dönüp geriye bakıyorum da; o kadar çok şey kaçırmışım ki…
Sürekli gelecek için endişelenerek, “şimdi”yi kaçıran ben, sanırım gerçeklerle yüzleşiyorum. Bu endişeler yersiz; daha birkaç gün önce kaderin nasıl da ipleri elinde tuttuğunu bir kez daha görmedim mi? Yapılan planlar, beklentiler vs. yersiz.  Çünkü,  gelecek için yapabileceğimiz tek şey, elimizden geleni yapıp beklemek. Zaten, “acaba” ve “keşke” de anlamını yitiriyor işin içine tevekkül girince.  Endişeler boşuna, her şey olacağına varıyor ne de olsa…

'eskilerden'

No comments:

Free Hit Counter