Wednesday, March 31, 2010

Hypatia. .davuS


 
































sonunda..
neye inandığımız bir tarafa
ne kadar inandığımız önemli olsa bir gün.
sadece tek bir gün.
o gün..
hani gelmeyecek olan aslında.
ama gelirse diyedir ya dileğimiz hep.
ah biz köleler,
en çok değer verdiklerimiz
aidi olmak istediklerimiz sadece.
belki de sırf bu yüzden
köleyiz ya da öyleyiz ya
başından.




sonsuzluğa..

Tuesday, March 30, 2010

may you be in heaven half an hour.. before the devil knows you're dead.

#1 bir köşede durup hayatın kendi içinde şekillenmesini anlamak nefret etmeyi de imkansız  kılıyordu haliyle ..
#2 günü sayılı amok koşucusu ise sokağın bir ucundan diğer ucuna sabahtan akşama nefes almadan çatlayana kadar elinde tuttuğu yıkımla - ki koşabileceğini hiç hayal bile edemezken - ortalığın tozunu attırıyordu.. 
#3 tek bir gözyaşı kızgın kumdan kaleleri yıkmaya yetiyor da artıyor bile..
#4 ciğer seni kurt yesin!
#5 kargış?
..
film adı üstünde..
gerçekte oluyor mu böyle şeyler?
bu kadarı özellikle.
neydi?
fubar.
..
ve bunun içindi her şey.










sessizce delirdim kimse farketmedi. 
5

Monday, March 29, 2010

take me out.

mut'la ne yapıp ne yapmamak meselesi..
yalnızlık dağıldığına göre özlemeye geçebilmek..
arasındaki fark bu öz'e göre..
..
ve en önemlisi kaybetmekten korkmamak
çoğuna göre..
deneyebilirim sanırım..
ve evet, alis zincirler içinde..
yine.
zamanı geldi.
'dünyanın sonuna gidip gelmenin'
...
ayçocuk..
içinde hem güneş,
hem de ay olanı.
...
değişmeyeceğiz..
ne zamanı,
ne biz.

Wednesday, March 24, 2010

ab aeterno.

'umut; ilk sahibi içinde can sıkıntısından öldü.'
'umut ilk sahibi için de can sıkıntısından öldü..'
'umut.. ilk sahibi içinde can sıkıntısından öldü...'
acı reçete: 
  *
 

Tuesday, March 23, 2010

the life i want, there is no shortcut..

konuştuğumuz iyi miydi kötü müydü bilmiyorum.. hatırladığım kadarıyla cama yazıyordu diyeceklerini, ben de geri cevap yazıyordum.. gözlerimi açtım, sağıma soluma döndüm, beceremedim de tekrar dalmayı.. bir uyku daha heba oldu. buna ne denir bilmem ama ne denmez biliyorum. bırakın artık bu kadarını da bileyim.
tabiri umrumda değil.
..
suya geri dönmek yetmeyecek çünkü..
istemiyorum geri dönmeyi.
istediğim sadece
akışın içindeki sürüklenme hissi.
 


Sunday, March 21, 2010

angry angel.

çizelim 
elimiz tutuyorken,
dönüşelim
olmadığımız düşünülen
bir şeylere..
kızgınlığa teslim olalım..
anlamsızca gülümserken,
aptalca dökülelim 
yanağımızdan..
ve tekrarıyla
her gün bir önceki günün
daha kötüsünün
gelmesini bekleyelim,
bunlar iyi anlarımızdır
mesela diyenlerin yanında..
ortancalığa
sıradanlığı 
beis görmeyelim..

müziğin sesi yeteri kadar yüksek değilse kafa sesinden müziği dediğin kadar sevmiyorsundur..
alıntısı şurdan:
beni seviyorsan, ben de seni sevebilirim. ama önce beni neden sevdiğini söyle?

sadede gelelim..
Over there stands my angry angel
And hes shaking his head, in disgrace with me
Over there stands my angry angel
And hes frowning like hell, but i'm not feeling guilty 

..
işlemeyene kadar..
mümkünse tabi..
(:










-broken glass?
+müzik, çok orospusun.
- ama beni seviyorsun.
+evet seni seviyorum.

imogen.


..ve kış biter. i feel so useless, do you?

Friday, March 19, 2010

veya.

öyle zamanlar gelir, öyle garip şeyler olur ki, ölüm bile bir gün gelir ölebilir.. tanrının ona göz kulak olsunlar diye tembihlediği yatağının etrafında nöbet tutan  meleklerin ruhu bile duymaz.. güne içinde bir sıcaklıkla uyanır ölüm, ürperir içine huzursuzluğu.. bilir ki, onun bile kıramayacağı döngüler vardır.. gözleri açılır, bir defa daha kapatmayı dener, belli belirsiz başarır.. derken kapanmaz olur artık, perdenin arasından sıyrılan güneş açık gözlerinde sabitlenir.
tanrı var veya yok.. ama bunun onla bir alakası yok.

short.

.. 
fasit daireler; çizmesi zevkli olanlar çünkü kuşkusuz en kolayları..  pekala özel bir yeteneğe ihtiyaç duymadan herkesin becerebileceği kadarı her biri.. en kusursuzunu çizelim o zaman, madem ki tövbe etmeye niyetsiz inançsızlardanız.. devam edelim öyleyse karmaşık cümlelerimizi kurmaya, kelimeler doğru ama çözemiyoruz onlarla ne yapabileceğimizi bir türlü.. hala..
.
.. 
bir gün güzel bir masal anlatılır
duymak istenilen kelimelerden seçilenlerle..
ama soluk alanları bilmez,
masalların ağır aksak hikayeler
geldiğini doğmayacak çocuklara..
kalpleri bir defa atmadan 
belirmemiş ağızlarıyla 
gülümseyemeden
silinir her biri kaderin iki çentikli rahminden,
sonsuzluğa açarlar şeffaf gözkapaklarını..
..
soluk alanları   bilmez pek..
düşmek mi mucizedir oraya
yoksa
oradan çıkmak mı diye düşünür
büyüyüp bir gün eril olabilenleri..
bulamazlar nasılını,
hissedemezler böylesi bir kaybı..
hayal ederler sadece
hiç doğmamayı.
olmamayı düşünürler bir gün o da bir kere..
ve yokturlar artık hiç biri
sadece soluk almaya devam eder
büyüyüp bir gün eril olabilenleri..

magda:
Alo.
Alo..
Yeter bu saçmalık. Kimsin?
Soluk alışını duyuyorum. Seni piç.
..


..
magda:
Alo..
tomek:
Özür dilerim.
..
burada bile bitebilirdi.

Monday, March 15, 2010

hayat ve anlamı.

geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. çat! şimdi evde iki kişi kaldık. kedimiz tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. kısa sürede çok üzüldüm.
üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. çok yalnızım. ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı tv’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. sabah kalkış kısmı daha fena. uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. neyi devam etsin? benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. hem de sıfırdan.
sevindiğim şeyler de var. son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp evde nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, tortor’a bakıp gülüyorduk. çok mutluyduk, gerçekten. çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. neyse ki şimdi kendisini heybeli’ye bıraktık. bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. şimdilik beklemekte yarar var. hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. hâlâ da düşünüyorum galiba. hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. şans işi işte.
bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. daha öğrenecek çok şeyim vardı.
beni hayata bağlayan şeydi kendisi. o gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. çekiliş hep devam edecek.
bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. zamanla çıt çıt açılıyorlar. şimdi onlara bakmak için çok erken.
karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. bakalım ne olacak? hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. yani var ama, yok. üzücü ama gerçek, ne yapalım?
şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. yani var ama, yok.
k.s.
..
en bencilinden bir gözyaşı nursel'e her kim oluyorsam..
evet yaşamak bir sanat. hem art hem leben ikisi bir arada..

dorian.



Dearest Harry, you taught me
that life must burn with a hard flame.

Its light does not blind me,
nor its heat sear me.
I am the flame, Harry.
I am the flame.



Mr Gray...
...I believe I know your secret.
You do have a heart.

Sunday, March 14, 2010

in a sentimental mood.

söze ne gerek.

Saturday, March 13, 2010

One question. Ten points.

Ever since I can remember,
I've wanted to be clever.
Some people are born clever the same way
some people are born beautiful.
I'm not one of those people.
I'm gonna have to work at it.
Put in the effort.
And if I mess it up, I'll learn from it.
Besides, sometimes it's not about
knowing the right answer.
Sometimes it's about asking
the right question.

Thursday, March 11, 2010

some people have real problems.

arzulandığını farkettiğinden beri
-ki bu kendini bildiği zamana denk düşer
kaba bir hesapla,
duymayı istediklerini bekledi hep
deniz kabuklarından..
uzunca bir süre değil belki ama
cevapları gelmeyince
sıradan bir günde iki çizgiyle ayırdı
bilinmezliğini sonsuzluktan.
sadece
karar verdi karada şansını denemeye..
giderken;
suyun altında 
kimine gelecekte bir yerlerde unutuldu,
kimine inat etti geçmişte bekleyerek eskimeyi..
umursamadı bir an bile..
suyun üstünde
ne silindi ne de yeni bir şey yazılabildi üzerine
akıllarda,
ayakları değdiğiyle kaldı toprağa..
ama yine de suya dönmedi
yalnızlığı bekledi
bir gün sözleştiği yerde..
--------------------------------------------
hadi başka bir dünyadan bahsedelim biraz.
you can almost taste it
we'll be gone be morning or be together by then
and i believe every woman
has made up her mind to win


ya da..
shut your eyes, there are no lies
in this world we call sleep
let's desert this day of work
tomorrow we'll be free
let's not fight i'm tired can't we just sleep tonight
don't turn away it's just there's nothing left here to say
turn around i know we're lost but
soon we'll be found
...
seçim sizin.. ya da cidden öyle zannedebilirsiniz belki..
o zaman suyun üstü mü altı mı?
bugün sıradan bir gün..
sözler olmasa da olur ama müzik devam etsin ne olursa olsun
suyun altında ya da üstünde.

Monday, March 08, 2010

cut it, heal it, do it again..

'ağrı' insanın yabancısı olmadığı bir duygu, zamanla içinde ehlileştirebilip, aklında uzunca bir süre hiç karşılaşmayacağı bir yerlere bile kaldırabiliyor pekala.. ağrı.. telaffuz ettiğimde  bana görünmezliği, kapalılığı çağrıştırıyor bir yerlerden .. derinin altında farksız görünse de göze diğer yerlerden eğer dikkat edilirse parmak uçlarıyla hissedilebilecek kadar da belirgin bu meret.. ama pek bi iyi huylu izin verdiğin sürece ses çıkarmadan orada öylece bekleyebiliyor kendisinin gözden düşmesine ses etmeyip, bozulmuyor etmiyor. ait değil  olduğu yere ama nefes almadan saklanıyor.
'acı'ysa her şeyin sonundaki aptallık fazlasıyla elinizde kalan.. kaldırımın soğukluğu kadar  faydalı insana, hele ki   uluorta herkesin görebileceği  açık bir yaraysa yüzünüzde.. apaçık olan.. dilek kuyusunun önünde beş parasız dikilenleri uzaktan izleyebiliyorsunuz sadece.. sonunda varacağı yer buysa kalsın..  karşılaştırmak, karşılaştırılmak hep karşı durduğum kelimelerdi kim olursa olsun karşımdaki.. ne için?
bu kadar eziklik yeter.. 
ne ağrı, ne acı..
bitsin.
..
''etrafımda aç kurt çocuklar vardı gözlerimi açtığımda.. birinin ağzında elim, diğeri bileğimi  kavramış  bacağımdan ayırmaya çalışıyor. kızardı tüm görüşüm, gözlerimi kapatıcak oldum bir an, kızıl karlar yağmaya başladı göz kapaklarımın benden olan tarafına.. tamam dedim,  buna benziyor dedikleri vazgeçecektim orada o an kendimden bu kadar kolay.. bir an durdu hayat, sonra boş elime değdi bir bıçağın paslı ucunda. bakmadım nereye savurduğumu, bir an duraksadı elimi kapan, canı acımış mıydı benim kadar diye düşündüm bir an, bırakınca elimi yerindeydi parmaklarım sıyrılmış etime rağmen.. ona ihtiyacım vardı ne kadar iş görmese de diğerinden kurtulmak için.. belki koşamayacaktım tekrar ama üstünde durmam gerekiyordu yine de en azından.. yaralı elimle çenesini tutup diğer elimdeki bıçağı yerleştirdim dişlerinin arasına.. etimi ısırdığı o aynı iştahla ısıramadı
bıçağı ama tadını aldığında pasın çoktan bırakmıştı yardığı bileğimi.. aç da olsalar kurt da olsalar çocuklardı hepsi sonuçta ne kadar hırlasalar da bağıramadım.. ama biraz daha kalırsam işimi görmeleri kolaydı bu halimle.. ve ne olursa olsun tadımı almışlardı bir kere.. ayağımı sürüyerek uzaklaştım kalan tüm gücümle.. acı bu dünyanın diğer adıydı aç kurt çocuklara göre. bir an döndüğümde
içlerinden biri hangisi seçemedim -iyi anları hatırla- dedi kulağımın duyabileceğince yüksek .. -iyi olan bir şey kalmadı- dedim canım acırken, dönüp kaybolmuşlardı çoktan ben cümlemi bitiremeden.''

backline.

bir konser, müzik senin için çalmıyor, sakın moda girme çünkü müzik senin için çalmıyor, insanlar eğlenmeye geldi buraya, işini yap ve defol git.. tüm bu olanlar müziğin senin için çalmaması , insanların arasında durman ama sadece o an orada bulunman gerektiği için..seninle bir alakası kalmadı hiç bir şeyin..
..
sanırım bir süre önce fişimi çektim yedeklemeden kendimi.. en son neysem o kaldım..
..
yalnızlığın adı çok geçti bu yalnızlık diyeceğim ama başka bir şey bu eğer yokluktan bahsediyorsak, çünkü bu yokluk değil.. bu, varlık..
..
sanırım bir süre önce fişimi çektim yedeklemeden kendimi.. en son neysem o kaldım..
..
en son neye benziyordum korkuyorum aynaya bakmaya..
aslında baktım ama söyleyemiyorum kendime..
tamam kendime de söyledim.. 7 dakika 31 saniye bile sürdü yazamadığımdan..
dur dün değildi bu.
..
daha kuvvetli bir his yok bundan.. bu farkındalıktan.
i'm hanging on your words
living on your breath
feeling with your skin
will i always be here.

..
sanırım bir süre önce fişimi çektim yedeklemeden kendimi.. en son neysem o kaldım..
iyi bir fikir değildi.

vanilla.

"...you wonder how different your life would have been if just one thing... one little thing hadn't happened ? " "and even though i warn you, even though i guarantee you that the girl will only hurt you terribly, you'll still pursue her. ain't love grand?"
..hangisi önce hangisi sonra farkeder mi?

Tuesday, March 02, 2010

time lapse recordings.

  koordinatlar..
 a moth who just wants to share your light
dünyanın en boş işi farkındayım mekana bir bakıp çıkıcaktım diyerek kandırıyorum kendimi..
'You're incapable of telling the truth..' neyse yarın akşam o da bitiyormuş. şükürler olsun.
..gelmekte olan bahar bir ayindir. evet, biri bahar dedi.. evet, duydum.. su ister misin? yüzünün rengi attı birden. 
..
ha bir de şu var unuturum belki sonra diye bulunsun..
ali :biz şimdi ibne miyiz ?
ramazan: hayır biz sadece aşığız.
p.m.
.. sonra birden gözüm seğirdi, bu kadar açık aslında. çözücem ya kendi başıma aklımı seveyim.. bok çözersin.

Monday, March 01, 2010

samson..

..yerinde olsaydım delilah'a saç fırçası hediye ederdim..güzelinden,kalitelisinden. not even once? sen bilirsin.
ne desem beğenirdin ki boğazımı temizleyip sana k.richars tonlamasıyla   how could i stop diye mırıldansa mıydım üstüne? sen çalsan üstüne ben söylesem.. malum aynı anda kotaramazdı birimiz.. ya sen ya ben.

yaz/boz.

akşam konuşmuştuk binlerce defa aynı şeylerin üzerinden zevk olsun diye geçerken.. ve yine aynı öğütler -haklısın-larla savuşturduğum yine, o da biliyordur ya işe yaramadığını ama işte iyi niyet böyle bir şey olsa gerek..   
................................................................................
ceplerime ağırlığımca taş koyup açılsam yeridir yazı beklemeden, boğulmayı beceremem gider kulaç atarım  gibime geliyor kıyıya varana kadar.. kendimi bilmiyor muyum ben.. bu neyin hırsıdır bir çözsem kendimde.. ya.
"dibi biliyorum diyor
en kalın köklerimle onu yokluyorum
siz ondan korkarsınız
ben korkmuyorum,daha önce dibe vurdum
s.p.
-------------------------------------------------------
bu geçen  haftalar boyunca çok döndü kafamda mesela..
canavarlar çocuklarına  bıraktıkları utancı hiç düşünmezlermiş ve bu utanç kişiliklerinin bir parçası olurmuş küçük bedenlerin.
-------------------------------------------------------------------
 'son' kullanma tarihi..devam etmek için F8'e basınız..(might?)
--------------------------------------------------------------------
bu,onu hissettiğinde ellerinin arasına alıp olanca gücünle sıkmak.. umutsuzluktan içine  işlemediğini kendine savunamayacak kadar avuçlarınla küçültebildiğin kadarına küçültmek,arada bir atıp atmadığını kontrol ederken,bir kum tanesine dönüştürmek içindekini..yağmayacak bir yağmuru beklemek,uyanamayacağın bahçe de ismini bile hatırlamıyorsun ama bulabileceğini biliyorsun o ara sokağı..(papillon)
------------------------------------------------------------------
7. söylemesi bile güzel . hala..
------------------------------------------------------------------
 alıntım.
aynı döngülerin hayatınızı kısırlaştırdığını düşünürken artık her şeyden  sıkılıp öğrendiğiniz onca teorinizi birer birer hayata geçirmiş olmanıza ve ne olursa olsun bir gün hayatınızda herşeyin istediğiniz gibi olacağını düşünmenize rağmen bir şeyler aklınızı içten içe kemiriyor değil mi bugünlerde..insanların yaşarken sahip olabileceği en büyük eksikliği elimde tuttuğumu söylesem  şu an size;öğrenmiş,yaşamış ama devam ettirememiş oldukları tek şeyi içlerinde..
evet içindeydim o deliliğin, bu deliliği yaşamadan mutlu olmayı düşünebilmek, hayalini bile kurmak imkansızdı  çünkü. gerçekleşmediğini gördüğünde hayaller kurmayı bıraktığını söyleyen birine hayallerinizden bahsetmek.. koşulsuz inanmak bir şeyleri değiştirebileceğinize, her gerçekleşen olayın bir anlamı olduğundan yola çıkarak nerede, neden, ne kadar durduğunuzla ilgili bahsettiğim şey.
--------------------------------------------------------
bağlanmamış kalsın mümkünse.. çünkü elimde bağlayabilecek 'son'larım yok benim, hiç olacak gibi de görünmüyor şu oturduğum ekranın başından..
şubat bitti ya bir şekilde, güya kısaydı..
......
ve wet tears..
buna içilir.smirnoff. sek mümkünse.
özetle ve gururla diyebilirim ki 
i'm fucked up now..
Free Hit Counter